top of page

Gloriya - 5. Bölüm - Aktarma

  • Yazarın fotoğrafı: Oğuzhan Özay
    Oğuzhan Özay
  • 26 Eki 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 3 Ara 2024

Yorgun hissetmiyordu. Ama Areal’in söylediğine göre uyumalıydı. Uyumak rüya görmekti. Rüya da cevap. Özel derslerinden aktarma ile ilgili şeyler biliyordu. Dünya üzerinde üç veya beş tane olacak kadar nadirdi. Buna rağmen bir tanesi doğduğundan beri dibindeydi. Hem de çok yakınında.

  Gözlerini kapattığı gibi uyumayı beklemiyordu. Ne yorgundu ne de alışık olmadığı bir zorluk yaşamıştı. Hayır. Olan şey aktarmaydı. Norman’ı istiyordu. Hem de en kısa sürede.

  Önce kendini bir test odasında buldu. Sayısız çocuk ve bir o kadar da beyaz önlüklü insan sıranın arkasından kendine bakıyordu. “Efendim! Efendim! Bir tane bulduk!” Kendisini alıp götürdüler. Herkesin önünde ellerini uzatarak parlamasına neden olduğu siyah ama bir yandan da saydam olan taşa baktı tekrardan. Norman -ya da o an vücudunda bulunduğu çocuk- küçük elini uzattı. Taş parıldamaya başladı.

“Aferin Syras.” dendi kendisine. Bu ömründe duyduğu ilk güzel sözdü.

  Sonra sayısız eğitim gördü. Biri biterken diğeri başlıyordu. Bir canavar gibi çalıştırılıyordu. Bir canavar gibi besleniyordu. Bir canavar gibi yaşıyordu.

  Ellerinin kanlandığını gördü. Defalarca. Ama çoğunda bu kan kendi kanı bile değildi. Tüm bu anılar gözlerinin önünden şimşek hızında geçiyordu. Sanki bir kısa film izliyor gibiydi. Ama her bir anı, her bir saniyeyi hissediyor ve biliyordu. Her şeyi hatırlıyordu.

  Kalbinin derinliklerinde bir his doğmaya başladığını hissetti. İstemeden içine konulduğu bu hayattan kaçma arzusu. Özgürlük isteği ve bunların sonucunda doğan intikam ateşi. Daha çok kan yine gözlerinin önünden geçti.

  Her şey hızlıydı ama bir o kadar da yavaş. Otuzlarına gelmişti. Hatta geçmişti. Ellerinde zincirler kendisini kısıtlıyordu. Aylar süren işkencelere direnmiş ve sonunda idama götürülmeye karar verilmişti. Çünkü bir hayvan olmayı istemiyordu. Yeterince asker olarak kullanılmıştı. Bir robot gibi muamele görmüştü. Şimdi kendisinden iradesiz bir şekilde güçlenmesini ve verimliliği azaldığında da güçlerini başkasına devretmesi isteniyordu. Sadece bir sorun vardı. Bu kadar güçlüyken, güçlerini başkasına vermeyi istemiyordu.

  Yağmur sonrası doğan güneş gözlerini acıtıyordu. Yerdeki su birikintisine basmadan bir an önce yüzünü gördü. Saçları uzamış ve omuzlarına değiyordu. Sakal ve bıyıkları gürdü. Siyah kıllar arasından teni fazla beyaz gözüküyordu. Zayıflamış yüz hatları sivrileşmişti.

“Hain!” bağırışları atan kalabalık arasında merak dolu gözlerle bakan bir çocuk gördü. Sonra içinde coşan intikam ateşi bir fikre vardı. Bir anda zincirleri tutan gardiyanı da peşinden sürükleyerek kalabalığa daldı. Kendisine bağırıp küfredenler korkudan kaçışmaya başladı. Önüne gelene vurmaya başladı. Onlara zarar vermek istiyor gibiydi. Ama görünmeyen bir şey vardı işin aslında. Hedefi kıdemli muhafızlar kendisini çekip yakalamadan önce küçük çocuğa temas etmekti. Ve hedefine ulaşmıştı.

  Aktarma gerçekleşti.

  Norman tekrardan gerilere gitti. Yeni küçüklüğüne. En azından aktarma artık kimdeyse onun küçüklüğüne. Bu sefer çocukluğunu görmeye başladığı kişinin adı Gilberd’tı. Yani büyükbabası.

  Güzel bir aile, orta sınıf bir yaşam ve sıcak bir yuvayla başlayan bir hikâyeydi bu. Areal adında bir çocukla neredeyse her gün oyunlar oynadığını gördü. Kardeş değillerdi ama kardeş gibi yakınlardı. Bir gün beraber bir idam izlemeye yollandılar. Çünkü baştakiler, halkın hainlik yaptığında başına ne geleceğini bilmesini istiyordu.

  Sonra hainin çıldırdığını gördü. Ortalığı birbirine katarken diğer insanlara uyguladığı şiddettin aynısını kendisine uygulamadı. Sadece boynuna yani açıktaki tenine temas etti. Ama bu kadarı da yetti. O gece uykuda hainin yani Syras’ın anılarını öğrendi. Uyandığında ise artık eskisi gibi değildi. Nasıl olabilirdi?

  Herkes Gilberd’ı travma geçirdi sandı. O eğlenceli, koşuşturmalardan bıkmayan çocuk gitmiş yerine ciddiyeti bırakmayan, büyümüş de küçülmüş bir çocuk gelmişti. Bütün bunların sebebi aktarmaydı. Her şeyin sebebi buydu.

  Syras’ın anıları sadece aklında değil, ruhunda da iz bırakmıştı. Aynı duygular bir rüya kadar hızlı ama bir ömür kadar gerçek şekilde akmıştı damarlarından.

  Değişimden sonra ilk kez Areal ile buluştu. Artık çocukluğa lüzum yoktu gözünde. Elini uzattı Gilberd. Bir söz istedi. Dünyayı binlerce yıldır saran bu savaşlardan kurtarma sözü. Çünkü derinlerinde bir yerlerde tüm bu kötülüklere son verme arzusu yanıp tutuşuyordu. Kötülüklerin başı da bu savaşlar ve savaşları başlatan insanların duygularıydı.

  Anlaştılar. Oyunları bir kenara atıp planlardan bahsettiler. Hayallerden. Kader onları ayırana kadar bu toplantılar devam etti. Bir gün ülkeleri kralın ölümüyle ikiye ayrıldı. İkisinin kaderi de başka şehirlerde şekillenmek zorunda kaldı. Gilberd Gloriya olarak adlandırılan topraklarda, Areal Lunam olarak adlandırılan topraklarda hayatlarını sürdürdü.

  Gilberd bu sırada büyüdü. Güçlerinin tamamını kullanmak yakalanmasına sebebiyet verebilir diye belli bir miktarı gün yüzüne çıkardı sadece. Yine de ön planda olmaktan kaçınmadı. Başarıları ve yetenekleri kendisine bir isim yaptı.

  Zaten önceki aktarma sahibinden aldığı güçlere sahipti. Şimdi bir de zekâsını ön plana getirmek için uğraştı. Savaşlara katıldı. Savaşları yönetti. Ama bir gün ihanete uğradı. Kendi dostları tarafından olduğunu düşündüğü bir ihanet. Areal’in adamları tarafından pusuya düşürüldü. Karargâha son anda gelen eski dostu anında tanıdı kendisini ve onu kurtarmaya çalıştı. Ne yazık ki artık çok geçti. Son nefes verilmeden önce Gilberd aktarmayı ve güçlerini arkadaşına emanet etti. Düşman bile olsalar bir zamanlar dosttular. İlk aktarma kullanıcısı ve Gilberd’ın anıları, güçleri ile birlikte artık Areal’in oldu.

  Norman şimdi de Areal’in hayatından başladı sinema gibi izlediği anılara. Benzer bir çocukluk ve farklı bir bakış açısıyla geçen oyun günleri. Kendisine el uzatıldığında ve “Bu dünyayı değiştirmek istiyorum Areal.” dendiğinde kalbinde doğan o tuhaf ama tatlı hissi asla unutamayacaktı.

  Arkadaşı ile kaderi farklı diyarlarda devam etse de benzerlikleri olmuştu. Gilberd strateji generali olmuşken kendisi suikast generali olmuştu. İkisi de küçüklüklerindeki hayalleri için ellerinden geleni yapan ve bu uğurda zirveye çıkan isimlere dönüşmüşlerdi.

  Areal yıllar önce arkadaşını kaybettiği ülkeye kendi öz kardeşini bir casus olarak yollamıştı. Ama istediği bilgiyi kardeşinden değil askerlerinden öğrenmişti. Gilberd’ı bulmuşlardı. Sadece istediği şekilde değil.

  Areal, Gilberd’ın anılarını aldığında birçok şeyin sebebini görmüş oldu. Anılar bir insanın kimliğiydi ve oturmamış bir zihinde farklı birisinin anıları insanı çok kolay değiştirebilirdi. Küçükken de arkadaşına bu olmuştu.

  Geri kalan günlerini yine hayalleri için bir yol ararken sürdürürken bir yandan da ülkesinin kurtuluşu için çabaladı. Yıllar içinde bir başarıya ulaşamadı ne yazık ki. Ardından arkadaşının öldürüldüğü zehirli bıçaklarla dolu suikast gibi kendisi de aynı saldırıya maruz kaldı.

  Öleceğini biliyordu. Ama zamanında Syras’ın yaptığı gibi güçlerini aktaracak birini bulmalıydı. Bunca yıllık emeğin, hayalin ve çalışmanın boşa gitmesini istemiyordu. Gloriya başkentinde bar açmış ve istihbarat ağı oluşturmuş kardeşini düşündü ama orası çok uzaktı. Geriye benzer bir hayalle kavrulabilecek ve yakında olduğu için ulaşması kolay olabilecek tek bir kişi kalıyordu. Norman Mour.

  Norman kan ter içinde uyanıp doğruldu. Beyninin zonkladığını hissediyordu ama saniyeler içinde bu his geçti. Zihnine bir gecede üç farklı insanın anıları dolmuştu. İlki yaşadıklarıyla şekillenen bir hayattı. İkincisi aldıklarıyla. Üçüncüsü ise duyduklarıyla. Ardından hepsi Norman’da buluşmuştu. Günün ilk saatlerinde aydınlanan odada kafasını yastığına geri koydu. Tavanı izlerken aklından geçen anılara ve kalbini saran duygulara odaklandı. Gözlerinin önünden geçen bu hayatlar, rüyadan daha fazlasıydı, hepsi kanlı canlı bir gerçekti.




Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page